1. HABERLER

  2. SÖYLEŞİ

  3. Semih Özakça ile Açlık Grevinin 307. Günü
Semih Özakça ile Açlık Grevinin 307. Günü

Semih Özakça ile Açlık Grevinin 307. Günü

Semih Özakça açlık grevinin 307. gününde anlattı: "Maçın sonlarındayız ama kontra atağa geçtik. En son bir şut çekeceğiz gol olup olmadığına bakacağız ve o golü atmak istiyoruz. O gol de zaten bizim işe geri dönme talebimizin karşılanması olacak."

A+A-

Öğretmen Semih Özakça'nın işe iade talebiyle başladığı açlık grevi 308., öğretmen Esra Özakça'nın eşinin tutuklanmasıyla aynı taleple başladığı açlık grevi 233. gününde.

Söyleşi: Beyza Kural

Ankara'daki evlerinde dün (9 Ocak) buluştuğumuzda Semih Özakça açlık grevinin 307., Esra Özakça 232. günündeydi. Ziyaretçiler gelip gidiyor, çiçekler ve kitaplar gönderiliyordu.

Açlık grevinin etkileri ortada, yarım saat kadar konuştuk. İşe iade taleplerini yineliyorlar. Haklı olduklarını belirtiyor bu taleplerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar. Taleplerinin karşılanması için “Son noktaya dek bekleneceği” eğilimi olduğunu düşünürken, 300. Günden sonra son noktanın her an olabileceğini vurguluyorlar.

Söz onlarda.

"Savcı itirazı itirafçının ifadesini atlayarak yaptı"

Sondan başlayalım. Davada beraat etmenize savcılık itiraz etti. Bu konudaki görüşünüz neler ve yeni gelişmeler var mı?

Semih Özakça: Savcı bana örgüt üyesi olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek örgüte yardım ve yataklık iddiasıyla ceza istemişti. Bu nedenle beraat gelirse savcının itiraz edeceğini düşünüyorduk biz ve itiraz etti.

Ama itiraz gerekçesi olarak sunduğu şeyler aslında çökertilmiş şeyler. Bir itirafçı “örgüt talimatıyla açlık grevinin yapıldığını” söylüyordu. Benim de olduğum duruşmada itirafçı “Ben böyle bir talimat görmedim, böyle yaparlar, böyle olur bu” diye konuştu. Farazi, tahminen söylediği bir şey olduğunu belirtmişti. Ama o duruşmada bize ceza isteyen savcı yoktu başka bir savcı vardı.

Ceza isteyen ve beraat kararına itiraz eden savcı, itirafçı sanki böyle bir şey söylememiş, dedikleri kayıtlara geçmemiş gibi ilk iddianamede de yer alan “talimatla yapıldı” gibi şeyleri alıp itiraz gerekçesine oraya koymuş. Ceza isterken de itiraz ederken de aynı şeyi yapıyor. Kendini kurtarmak amacıyla bana ceza istiyor diye düşünüyorum. Daha sonrasındaki gelişme yok. İstinaf mahkemesinde duruyor hala.

"Eylemler süreklileştirilmeli"

Açlık grevinin 307. günündesiniz. Talebiniz ilk gündekiyle aynı, işinizi istiyorsunuz. Bugünden nasıl yineliyorsunuz çağrınızı? Nuriye Gülmen son açıklamalarında insanlara alışmama çağrısı yapmıştı. 307. günde size destek verenlere çağrınız nasıl?

Semih Özakça: Bizim eylemimiz ve açlık grevimizle birlikte geniş bir kitleye yayılan eylemselliklerle birlikte aslında her şey yapıldı gibi geliyor insanlara. En ufağından en büyüğüne kadar bütün eylemler gerçekleşmiş. Bakıyor şöyle diyebiliyor; “Bunu da yaptık, bunu da yaptık ama olmadı”.

Bizim eylemimizin devam etmesinden, sürekliliğinden aldığı bir gücü var. Biz bir şey yaptık diye o şeyi tekrar yapmayacağız anlamına gelmiyor. Mesela bir faks eylemi yapmıştık, o anda etkisi tartışılır ama bunu süreklileştirdiğinizde oraya bir baskı unsuru olabilir. Bunun gibi birçok şeyde bu geçerli.

İnsanların, bizi destekleyenlerin de yaptığı eylemleri süreklileştirip bir baskı unsuru olarak iktidara sunması gerek. “Bunu yaptım tamam” deyip bitirmek değil mesele. Bir şey yapmak istiyorlarsa yapabildikleri şeyleri süreklileştirebilir veya bir adım daha öne götürüp orada yapmaya devam edebilirler.

Yoksa şu anda baktığımızda 307. gündeyiz. 307 gün bir açlık grevi üzerinden gerçekten büyük bir sayı. Ben 307 gün olacağını tahmin etmezdim. Bu kadar gelebileceğimi, bu kadar günde bu vaziyette olabileceğimi de tahmin etmezdim. Her an her şey olabilir diye düşünüyorum ben. Kendi vücudumu okuduğumda, düşündüğümde böyle bir gerçeklik var. Her an çökme ile karşı karşıyayım kendi adıma. Bu nedenle de son aşamada olmasına gerek yok, her şeyin olduktan sonra olmasına gerek yok.

"Kazandık"

Kazanacağımızı düşünüyorum, hatta kazandığımızı düşünüyorum. Bu eylem kendi talebinin çok üstünde kazanımlar elde etti.

Bir eylem yapılır talepler sıralanır birçok talep vardır ve bir talep üzerinden dahi olsa orada iktidar o talebi gerçekleştirir, eylem bitirilebilir mesela, o da kendine makul gelen bir taleptir falan.

Bizim eylemimiz daha farklı, bizim eylemimiz tek taleple çıkmış bir eylem. İşimizi istiyoruz. Tek bir talebimiz var ama bunun yanında aslında iş talebinin daha ötesinde bir kazanım elde etti.

Toplumsal muhalefeti harekete geçirmesi, umut olmasıyla yaptı bunu. Direnme hakkını savunuyorsun ve direnerek bir şeyler yapabileceğini gösteriyor, umut oluyor. Bütün dünyada yankı buluyor böyle bir eylem. Bu da bizim kendi talebimizin çok üstünde kazanım elde ettiğimizi gösteriyor aslında.

Bu kazanımlar bu iktidarın aslında kaybettiği şeyler. Bunun hırsıyla bizim işimizi vermiyorlar, ekmeğimizi vermiyorlar ya da vermekte ayak sürüyorlar diyebilirim. Bunu kazanırız ama iktidar son aşamaya kadar bekletme meyilinde. Sakat kalma, ölüm eşiğine gelme noktasına kadar bekletmeyi düşünüyor sanırım.

Bu nasıl aşılır? Başından beri bizim onlardan lütfettiğimiz bir şey yoktu. Bu yine halkın iktidarı sıkıştırması ile olacak bir şey, başka bir yöntemi, yolu yok. Bu zamana kadar bu seviyeye gelmiş ve büyümüş bir eylemin yegane nedeni halkın sahiplenmesi ve bu eylemlilikler oldu. Tek başına açlık grevi yapılmış tarihte ama tek başına açlık grevi bu eylemselliği, bu gücü elde edemez. Biz beraber bunu başardık diğer kazanımı da başarabiliriz.

"Açık ara öndeyken golü atmaya gerek duyulmaz mı?"

Biz birçok gol attık ve kazanma adına açık ara farkla öndeyiz. Maçın sonlarındayız ama yine kontra atağa geçtik. Kaleyi karşıdan görüyoruz, top ayağımızda, en son bir şut çekmeliyiz. Şut çekeceğiz, gol olup olmadığına bakacağız ve o golü atmak istiyoruz yani. O gol de zaten bizim işe geri dönme talebimizin karşılanması olacak.

“Ne gerek var o golü atmaya” diyenler olursa şöyle diyorum; bir takım açık ara farkla öndeyse o golü atma gereği duymuyor mu? O golü de atmayı isteyecektir tabi ki, bu kadar gelmiş, bu kadar süre geçmiş, bu kadar bedeller ödenmiş, tabi ki bunun karşılanmasını istiyoruz biz.

"Direnme hali sizi güçlü yapar"

Muhalefete yönelik baskılar, haklı olmanın karşılık bulmaması, “ne yapsak olmuyor?” hali de yaygın ülkede. Siz eyleme devam ederek bir umudunuz olduğunu gösteriyorsunuz? Bu umudun kaynağı ne?

Semih Özakça: Bir söz vardır, “Direnenler iyimser olurlar” derler. Evet hem iyimser olur, hem umutlu olur, hem direndikçe güçlenir, güçlü olurlar. Bu direnme hali aslında o sizi umutlu ve güçlü yapan şey. Direnmekten bir adım geri attığınızda hemen güçsüzlük üzerinize biner, kara bulutlar üzerinize biner.

Bir hedefimiz var, bu hedef için bir yoldayız, bu yolda sonuna kadar gitmek istiyoruz. Bu yapmak istediğiniz şeye inanmakla ilgili bir şey. Ben bu eylemi direnişimizin kazanacağına inanıyorum. Çünkü insanlara, halka inanıyorum.

Onurumu koruduğumu düşünüyorum. Bu eylem aslında bizim onurumuzu korumamızın bir aracıydı ve onurumuza sahip çıktık biz. Bizimkisi ekmek, onur mücadelesi diyorduk. Biz onursuz olmadık, bize yapılan bir haksızlığa karşı boynumuzu bükmedik, başımızı eğmedik. Kimse bize bu saatten sonra ne olursa olsun “onursuzdu” diyemez. Ekmeğimizi de savunduk. Bu saatten sonra kimse bize “Kendi iş ahlakına, öğretmenlik ahlakına yüz çevirdi” diyemez. Biz halkın aydını olduğumuzu söyledik, kimse bize “Halkın aydını olmaktan geri durdu” diyemez. Bunlar benim için çok değerli şeyler. Hatta şu zamana kadar dediğimiz iş talebimizden daha değerli şeyler.

Ama dediğim gibi ben mesleğimi seviyorum, öğretmenliği seviyorum, öğrencilerimi seviyorum. Bunlar da güç veriyor bize. Bunlar da aslında kazanmam gerektiğini söylüyor bana ve umutlu olmam gerektiğini söylüyor. “Umutsuzluk yasak” diye bir şiirin sonunda vardır. “Umutsuzluk yasak, umutsuzluk yasak, umutsuzluk yasak” diye biter. Biz umuda sarılmalıyız. Gelecek için, sarılmalıyız.

Tarihsel olarak gerçekten gelecekte bizim kazanacağımızı, ekmeğin, emeğin, işçinin, köylünün, emekçinin kazanacağını ve onların sözünün hükmünün geçeceğini düşünüyorum ben. Ve kendimi onlarla bir görüyorum. Emekten yana olan bir insan olarak kendimi emekçilerle bir görüyorum ve mücadelemin emekçilerin mücadelesi olduğunu görüyorum. Bu nedenle ileride kazanacağımızı, gelecek günlerin güzel olduğunu görüyorum.

"Kendi bedeninden değil eşinden endişeleniyorsun"

 

 

Kış Güneşi

1
Kış güneşi
Tenimi
Havadaki duman kokusu
Genzimi
Yakıyor.
Bahçemdeki
Solgun çiçekler
Hüzün
Ağaç yaprakları
İntihar meyilinde.
Karşımda
Karım
Bana bakıyor.

Birbirine aşık olan iki insan olarak açlık grevi sürecini birlikte yaşıyorsunuz. Twitter hesabındaki sabitlenen tweet’te de ikinizin fotoğrafı var dizeler ile birlikte. Bu nasıl bir deneyim?

Esra Özakça: Farklı bir durum. Herkesin karşılaşabileceği bir şey yaşamıyoruz. Oradaki bakışta da olan endişe, kaygıyı yaşıyoruz. Tüm bu duygulardan sıyrılmış olarak yaptığımız bir eylem değil. Ben onun sağlığı hakkında endişe ediyorum, o benim için endişe ediyor.

Hep diyorlar “Bu kadar aç kalınır mı?” diye. Bu eylem bize insan beyninin iradesinin de aslında ne kadar üst seviyede bir şey olduğunu göstermiş oldu. Matematiğinde “şu kadar süre aç kalınır, şu kadar kilo verilir, şöyle olur” var ama biz onları aşan bir yerdeyiz. İnsanlardan aldığımız güçle, haklı bir şey yapmanın verdiği güçle, bedenimizde de bir direnme noktası yarattık aslında.

Kendi bedeninden değil de eşinden endişe ediyorsun. Açlığı da paylaşmak bu. Deniliyor ya “İyi günde kötü günde” diye, onu uygulamış oluyoruz. Bu kadar bireyciliğin dayatılmış, insanların evliliklere bakış açıları banka hesapları olmuşken “Böyle bir şey olmuştu şu dünyada” denmesi bile, sadece bu denecekse bile, bunun için bile değer diye düşünüyorum. Böyle bir süreçteyiz ve umuyorum ki çok kısa sürede kazanımla sonlanır. Bu sefer de bir kuruluş söz konusu olacak bizim için, bir geçiş süreci olacak tabi ki onu birlikte yaparız.

"Eylemin sahiplenilme zemini çok fazla"

Tutuklamalardan önce hükümet yetkilileri ile görüşmeleriniz de oldu. Gelinen noktada hükümet içinde farklı kanatların olduğunu düşünüyor musunuz? Sizinle yeni temaslar oldu mu?

Esra Özakça: Açıktan temas yok ama bizim tüm okumalarımız olumlu ve olumsuz kanat üzerine yoğunlaştığı yönünde. Bunu Türkiye’ye baktığımızda da görüyoruz. AKP iktidarı pervasız bir iktidar, toplumsal dinamikleri zaman zaman doğru okuyamayıp “ben yaptım oldu”larla ülke yönetmeye çalışan bir iktidar. Bunu direnişte de yapmaya çalıştı. “Ben 150 bin insanı atarım kimse ses çıkarmaz” dedi, ses çıkaran oldu, “Onlara baskı uygularım susarlar” dedi, o da olmadı.

Yine kendi açısını korumaya çalışıyor ama sıkıştığı noktalar da var çünkü gerçekten bu eylemin sahiplenilme zemini çok fazla. Sadece sol, sosyalist görüşlü insanların sahiplendiği bir eylemden çıktı, çok büyük halk kitlelerinin sahiplendiği bir eylem oldu. Bugün milyonlar sokaklarda olmayabilir bunun için irade göstermeyebilir ama bunun ülkemizde uygulanan açık faşizm koşullarından kaynaklanan bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu kadar büyük bir sahiplenme olması da iktidar açısından o soru işaretini devam ettiriyor aynı zamanda.

"Biz çocuklara gitmeliyiz"

Okullarda da çeşitli problemler devam ediyor. Siz nasıl problemler deneyimlemiştiniz, döndüğünüzde bu problemlere karşı nasıl tavır alacaksınız?

Esra Özakça: O problemler biz varken de olduğu ve biz o problemlerin karşısında durduğumuz için atılmıştık. Bilimsel, laik, anadilinde eğitimi savunan insanlarız yine aynı şekilde savunmaya devam edeceğiz. Gerçekten çok da korkutucu değişiklikler yapılmaya başlandı. Aslında bunun için kazanmamız çok önemli. Biz çocuklara gitmeliyiz.

Semih Özakça: Biz çocuklarımızın, öğrencilerimizin kaliteli eğitim hakkı için de mücadele ediyoruz. Onlar kaliteli, demokratik, bilimsel eğitim aldığında aslında ülkenin geleceği için mücadele etmiş oluyoruz. Böyle bir sonuca varıyor.

O nedenle şunu söyleyebiliriz; bizim ülkemizi düşünen biri varsa eğitim, sağlık konularında ve diğer demokratik haklar konusunda bunu önemseyen bir yerden bakması gerekir.

İktidara baktığımızda imam hatiplerin bu kadar çoğalması, oradaki eğitimin ne derece nasıl oluğunu görüyoruz, onların çok da eğitime önem vermediklerini gösteriyor.

Mesela öğretmenlerin, eğitimcilerin, akademisyenlerin atılması. Bir eğitimci hangi kritere göre atılabilir? O kadar emek vermiş, o kadar birikimi olan bir çırpıda atılabilir mi, atılıyor işte. Bu da şunu gösteriyor; iktidar ne bilime ne eğitime önem veriyor.

Bu noktadan baktığımızda da ülkenin geleceğiyle çok da ilgilenmediğini gösteriyor. Kendi çıkarları için her şeyi yapma gayretinde olduklarını, kendi çıkarları üzerine kurulu bir politika izlediğini görüyoruz.

Eğitimde müfredat değişikliklerinde o kadar çarpıklıklar yapılıyor. Evrimin çıkartılması, cihat kavramlarının verilmesi falan. Bunların eğitime olumlu yönde katkısı olabilir mi, olamaz. 

İnsanlar, halk görmüyor mu bunu, görüyorlar. Bir gün çıkıp bu ülkenin cumhurbaşkanı “TEOG kalkacak” diyor. Şimdi sen istiyorsun kalkacak, kalksın ama sanki şöyle bir imaj veriyor; TEOG kalkarsa eğitim sistemi iyileşecek. Böyle bir şey yok, insanların kafasındaki olumsuzluğu atmak için aslında onları yanlış yere yönlendirmeye çalışıyorlar, sanki bu sınav kalktığında eğitim kalitesi yükselecekmiş gibi. Eğitim sistemi diye bir şey kalmamış. Sistem yok ülkemizde. Bir sistemsizlik var.

Her şey karambole işletiliyor. Bir kuralsızlık, sistemsizlik sadece eğitimde değil, bütün politikalarda ekonomiden sağlığa, hapishanelerin içine dek var.

Bu nedenle öğrencilerimizin bu pervasızlık, kuralsızlık içinde karambole gitmesini istemiyoruz biz. Eğitimciyiz, öğretmeniz bir duygusal bağımız var öğrencilerimizle. O duygusal bağdan kaynaklı da tekrar en kısa sürede buluşmak istiyoruz onlarla. Öğretmenlik böyle bir şeydir. Duyarlı olmanın yanında o duygusal bağ da sizi öğrencilerinize ve mesleğinize bağlıyor diyebilirim.

"İster Komisyon ister KHK"

OHAL Komisyonu’na başvurdunuz, henüz yanıt yok. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Semih Özakça: Bize komisyon gösterildi ama KHK’ların çıkarılacağı söyleniyor. ByLock’u yanlışlıkla yükleyen 10 bin kişinin işlerine KHK ile döneceğini söylüyor.

Ben de zaman şöyle derim; ben de beraat ettim. Demek ki sen de beni yanlışlıkla mı attın, evet. O zaman öyleyse işe döndüreceksin. Ama sen bana KHK falan demiyorsun, “komisyon kurduk, dosyalar var, incelenecek” diyorsun, beni oyalıyorsun.

Bu komisyonun oyalama taktiği olduğunu baştan itibaren söylemiştik, onlar ısrarla bize komisyonu gösterme gayretinde oldular. İnsanları yanlış yönlendirdiler. Madem KHK ile işe alabiliyorsun komisyon niye var? Komisyon bu KHK’ların çıkmasıyla birlikte boşa düşmüştür.

Bu gerçeği görerek aslında şunu diyoruz; ister Komisyon’la ister KHK ile bizi işimize döndüreceksiniz çünkü yapılan şey adaletsizlik ve hukuksuzluk.  

Komisyon dediğiniz şeyin aslında hayalet olduğu apaçık ortada. Karar verilmiş mesela, iki hafta içinde tebliğ edeceği söylenmişti ama üçüncü haftadayız, onların yalanları devam ediyor. Onların yalanları devam ederken süreç işliyor, o süreç bizim ömrümüzden yemesine neden oluyor.

"Sakat kalmak da ölmek de istemiyoruz"

Bu kadar nasıl aç kalınabildiğini havsalaları almıyor. Ama bu açlığı reva görebiliyor size çok basit şekilde. Zaman geçiyor. Bizim haftasonumuz da yok. Bizim sayacımız işliyor. Bu hep olumsuz yönde işliyor. Hiçbir şey bizim sağlığımız açısından iyiye gitmeyecek. Sakat kalmak da istemiyoruz, ölmek de istemiyoruz. “Bizim ölümümüzle olacak bu mesele” olsa ölüm orucu olurdu bu. Biz açlık grevindeyiz. Israrla bunu söylüyorum. Açlık grevindeyiz, yaşamak istiyoruz. İşimizi istiyoruz, onurlu bir şekilde yaşamak istiyoruz.

Esra Özakça: Nurettin Canikli ile görüştüğümüzde “Komisyon kuruldu, hakkınızı arayabileceğiniz bir yer var, artık eylem yapmanıza gerek kalmadı” dediğinde Mayıs’ın 17’siydi. Aylar geçti. Arada tutukluluk yaşandı, işkenceler görüldü, dava bile bitti. Komisyon üzerine gelişme hala yok.

Komisyon üç hafta önce karar verdi dediler. Türkiye’de kimse kararın ne olduğunu bilmiyor. 80 milyonda bir kişi “Bana karar geldi” demedi. “Bu işi oyalamaya çalışıyoruz anlayın” diyorlar bize. Biz hak ve hukukun ne kadar ülkede kalmadığını bilsek de bunların kırıntılarını dahi aramaya devam edeceğiz. Komisyon mu, KHK mı hangi yol olursa olsun adaletin yerine getirilmesi talebimizi yineleyeceğiz.

"Her an son olabilir"

Eklemek istediğiniz bir nokta var mı?

Semih Özakça: Biz kazanacağız. Kazandık zaten, bunun coşkusu ve moraliyle hareket etmemiz gerekiyor. Moral üstünlüğümüzü elimizden kaybetmemeliyiz. Ama şöyle bir durum, uzun bir açlık var ortada. Biz de işimizi geri alma gayretindeyiz, en azından son şutumuzu çekeceğiz gol olacak ya da olmayacak ama bu bizim kazandığımız gerçeğini değiştirmeyecektir. Bunun için uğraş verelim.

Biz bunu istiyoruz. Bu kadar emek verdik, hep beraber verdik, hepimiz bunu başarabiliriz. Biz haklıyız ve kazanırız. Buna herkesin de inanması gerekiyor. Herkesin el uzatması, el vermesi lazım bize diye düşünüyorum. Bu sadece bize verilen bir destek olmayacak tabi ki, bu ülkenin geleceği için yaptığımız bir şey olacaktır. Bütün halkımızın desteğini bekliyoruz. Kendileri için ve bütün emekçiler için öğrencilerimiz için bu desteği bizden esirgemesinler.

Esra Özakça: Sanki sağlığımız kademe kademe bozulacak ve bir yerde sona erecek bir süreç gibi algılanıyor herkes tarafından. Ama açlık grevi öyle bir şey değil. Her an her şeyin olabileceği bir süreç. Örneğin ben üç günde 1 kilo 200 gram kaybettim. Bu noktadaki bir açlık grevi için bu çok ani bir değişiklik. 38 kiloyum şu anda.

Süreç kendi içinde o kadar dalgalı ki kimsenin zannettiği gibi zamanla kötü olacak süreç değil. Şu anda tüm açlık grevinde olanlar için her an her şeyi bekliyoruz, bu şekilde de uyarılıyoruz doktorlarımız tarafından. Son diye bir şey yok. Her an son olabilir.

İşe iade için son noktaya dek bekleyeceklerini düşündüğünüzü belirttiniz ancak son noktanın ne zaman olacağının bilinemediğini söylüyorsunuz.

Semih Özakça: Devrim gibi bir şey, zamanla birikerek kademe kademe ilerlemiyor, bir anda patlıyor.

Esra Özakça: Evet, "En sonunda işlerini vereceğiz" derlerse geç kalınmış olabilir.

Semih ve Esra Özakça hakkında

Semih Özakça 1989 Eskişehir doğumlu. İki kardeşler. Yazları köylerindeki tarlada çalıştı. Sinop Üniversitesi Sınıf Öğremenliği Bölümü’nü kazandı. Aynı bölümde okuyan Esra Özakça ile evlendiler.

Mezuniyetten sonra KPSS sınavlarına girdiler. 4+4+4 sisteme geçilmesiyle sınıf öğretmenliği atamaları düşmüştü, yüksek puanlara rağmen ilk sene atamaları yapılmadı.

İkinci sene, Semih Özakça askerde iken ilk ataması yapıldı. Erzurum Horasan’ın bir köyünde çalıştı. Ulaşım olmayan köy okulunun müdürü, hademesi ve öğretmeni oldu.

Erzurum’daki bir yılın ardından eş durumu ile Mardin Mazıdağı Cumhuriyet İlkokulu'nda görevlendirildi. 

Mardin’de ikinci sınıf öğrencilerini okuturken 9 Eylül 2016’da ikisi de bir genelge ile açığa alındı. 29 Ekim 2016'da Resmi Gazete'de yayınlanan 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile görevden ihraç edildi. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası üyesi.

Esra Özakça, Aralık 2016’da göreve iade edilse de Şubat ayındaki KHK ile ihraç edildi. 

Semih Özakça 23 Kasım 2016'dan beri oturma eylemi yapmak üzere Nuriye Gülmen'in yanında Yüksel Caddesi'ndeki İnsan Hakları Anıtı önündeydi. Gülmen ve Semih Özakça 9 Mart 2017'de açlık grevine başladı. 23 Mayıs 2017'de tutuklandıklarında Esra Özakça da açlık grevine başladı. Semih Özakça 20 Ekim 2017'de tahliye edildi, 1 Aralık 2017'de beraat etti. 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar PolitiKARS.com tarafından onaylanmamaktadır.