1. HABERLER

  2. KARS HABERLERİ

  3. KARS

  4. 'Baro'da Meslek içi Eğitim Semineri
İçinden Şehir Akan Nehirler! Kalbimizden Akan Kars Çayı

İçinden Şehir Akan Nehirler! Kalbimizden Akan Kars Çayı

Bir şehrin içinden geçip de o şehir tarafından sevilmiş, kadri kıymeti bilinmiş kaç nehir var? Şehrin pisliğini taşıyanları tanıyoruz nasılsa!

A+A-

Bir şehrin içinden geçip de o şehir tarafından sevilmiş, kadri kıymeti bilinmiş kaç nehir var? Şehrin pisliğini taşıyanları tanıyoruz nasılsa!

Nehir; dağları, tepeleri, engin ovaları aşıp da şehre girdiğinde artık sadece nehir değildir. İyi ihtimalle, terbiye edilmesi gereken yaramaz bir çocuktur. Ama doğrusu, kirimizi pasımızı döktüğümüz bir çöp konteyneri olarak daha fonksiyoneldir! Hakikaten, akıp giden bir su karşısındaki şaşkınlığımız ne tuhaf! Onunla ne yapacağımızı bilemeyişimiz, çerimizi çöpümüzü alıp götürsün diye bekleyişimiz, götürmeyince sırtımızı dönüşümüz, canımızı çok sıkarsa beton bir mezara gömüşümüz… Bu durumda kendimize acımalıyız belki de. Kenar-ı Dicle’de kurdun kaptığı kuzudan değil sadece Dicle’den de sorulur elbet bize, Fırat’tan, Seyhan’dan, Kızılırmak’tan, Yeşilırmak’tan, Munzur’dan... Eğer, bir kaya parçasının bile canı olduğuna iman etmişsek, şehre yolu düşmüş nehirlerin acıklı hikâyesiyle pekâlâ dertlenebiliriz.

Fakat biz, sevilmiş, kıymeti bilinmiş nehirlerin kıyısına ineceğiz önce. Ötekilere; zalim bir analığın eline düşmüş gibi itilip kakılmış diğer nehirlere bakıp da epeyce ah vah etmişliğimiz var nasılsa, şimdi iyi bir misal peşindeyiz, bize bu lazım.

Kars Çayı’na mersiye

Buraya kadar nehriyle barışık şehirleri anlattık, zira gönlümüz güzel havadisler vermekten yana. Fakat küskün nehirleri de görmezden gelemeyiz. “Bir şehrin içinden akıp gittiği hâlde, benimsenmemiş akarsu hangisidir?” diye sorsak mesela, “Kars’ta tam da eski şehrin kalbinden akan Kars Çayı” derdiniz muhakkak. Görüntüsüyle yüreğinizi, kokusuyla burnunuzun direğini sızlatan bu talihsiz nehir aslında öyle hoş bir tablonun içinde ki! Kars Kalesi, kalenin eteklerinde Osmanlı evleri ve artık birçok nehirden aşina o taş köprü tamam; ama hemen kıyısında, üç tane Osmanlı hamamı bulunan kaç nehrimiz var? Yazık ki bu manzarada sağlam kalan iki şey var; kale ve köprü… Evler viran, hamamların kubbesinde otlar bitmiş ve nehir, şehrin kanalizasyonunu taşımanın utancı içinde.

Yıldızı bir türlü parlayamamış bir nehir daha var: Tokat’ta Yeşilırmak... Tokat, tarihî eserlerinin güzelliğiyle sizi epey oyalayabilir; ancak çok geçmeden gözleriniz Yeşilırmak’ı arar. Az önce, Amasya’da bir gerdanlık gibi duran bu kıymetli ırmak nereye kayboldu şimdi?  Tokat bilinmeyen bir sebeple sırtını dönmüştür bu güzelim nehre, üzerindeki Selçuklu eseri Hıdırlık Köprüsü’ne ve kıyısındaki Osmanlı Zaviyesi’ne rağmen...

Yeşilırmak’sız bir Amasya

Amasya, binlerce yıllık tarihiyle övünür, kral kaya mezarları ve şehzadeleriyle… Hâlbuki sadece nehriyle övünmelidir, o tarihi yapan, kralları ve şehzadeleri oraya çeken nehriyle… Alışageldiğiniz bir Amasya kartpostalından Yeşilırmak’ı ve o ırmağı süsleyen konakları kaldırın bakalım, geriye ne kalacak? Nehrinin fazlasıyla farkında olan ve oralıların deyimiyle ‘yalı boyu’nu güzel düzenleyen nadir şehirlerden biri Amasya… Oturma alanları, nehre doğru uzanan seyir terasları, sokak lambaları ve köprüler… İçinden nehir geçen şehirlerde köprüler, iki yakayı birbirine bağlamakla kalmaz, şehri taksim eder. Amasya sözgelimi, 7 bin yıldır İstasyon Köprüsü ile Kuş Köprü arasında yaşar. O köprülerden ötesi şehrin dışıdır bir bakıma. Betonlaşma da ilkin bu köprüler etrafında başlamıştır yazık ki; önce Kuş Köprü, sonra İstasyon… Ve güzelim ‘yalı boyu’ evlerinin hemen karşısına dikilen o heyula binalar, zihninizdeki masal şehri bir anda tarumar eder, hadi masaldan geçtik, iki yalçın kaya arasına sıkışmış şehrin nefesini hepten keser.

Nehirle barışık olmanın yolu, kıyıları ağaçlandırmaktan, çimlendirmekten, şehir mobilyalarıyla süslemekten ya da nehir sularında gezinti düzenlemekten geçer elbet; ama imar faaliyetleri söz konusu olduğunda o yol bir anda tıkanır. Türkiye’de nehri en güzel kullanan şehirlerden biri diye parmakla işaret edilen Amasya, bir nehrin iki yakasında hem orantının hem de orantısızlığın en iyi müşahede edileceği tek şehir belki de. Bir nehir, hangi genişlikte, hangi yükseklikte yapıları taşıyabilir, hangi binalar onu boğar, şehrin geri kalanıyla ilişkisini koparır anlamak isteyenler için bir açık hava atölyesi… Ahşap konakları nehir kıyısı için daha mütenasip bulanlar romantizm ve nostalji düşkünlüğü ile suçlansaydı, Amasya, ‘Yalı boyu konakları’nı gösteren o meşhur fotoğrafla tanıtılmazdı dünyaya. O fotoğrafa bakanlar omuz omuza vermiş eski evleri mi görür yalnızca; bir tenasüp, tevazu, ahenk duygusu ve insancıllık da görmezler mi aynı zamanda? Peki, o zaman öteki yakaya bütün bu güzelliği protesto eder gibi lenduha binalar dikilmesi neyle izah edilebilir? Vaktiyle, Yeşilırmak’ın üstünü kapatmak isteyenleri anlayabilirsek bir gün, onu da izah edebiliriz.

Ya da sızlanmayı bırakır, herkesin yaptığını yaparız. Sırtımızı döneriz o çirkinliğe ve gözümüzü karşı yakaya dikeriz. Bugün Amasya deyince, yemyeşil bir ırmak gelip geçiyorsa önümüzden, şehre yolumuz düştüğünde adımlarımız hep o ırmak kıyısına gidiyorsa ve Amasyalılar düşünmek için, konuşmak için, dinlenmek için, eğlenmek için hep o suyun kıyısında eğleşiyorsa nehriyle barışıktır bu şehir. Binlerce yıldır, Yeşilırmak’ın suyuyla hemhâl Alçak Köprü’den karşıya, bir gözünüz Hazeranlar Konağı’nda geçmek bile yeterince hoşken… Ve belki de Amasya bir yönüyle, içinden nehir geçen bütün şehirlerden ayrılır; şehrin bütün tarihi, nehrin iki yakasında sıralıdır. Irmağı bir görüp bir kaybederek; ama ondan gelen rüzgârı hep hissederek yürürken, bir yanınızda Harşena Kalesi, kral kaya mezarları, konaklar, diğer yanınızda güzelim II. Bayezid Külliyesi, Bimarhane, irili ufaklı camiler ve hamamlar uzanır. Başka hangi şehirde, bir kordon boyu gezintisi sizi maziyle bunca sarıp sarmalayabilir?

Seyhan’ı kavramak...

Avanos’ta Kızılırmak, Amasya’da Yeşilırmak, Eskişehir’de Porsuk, başı sonu belli, kolay kavranır nehirler. Bir yakadan öteye mütevazı bir köprüyle ulaşır, karşı kıyıdaki konağın, apartmanın penceresinden kim bakıyor, çay bahçesinde kimler oturuyor zorlanmadan seçebilirsiniz. Buralarda, şehrin bütün dinamizmi, cazibesi iki taş köprü arasında (köprülerden biri bazen ahşap ve asmadır) toplanmış gibidir. Fakat Seyhan bir bakışta iki yakası bir araya gelebilecek, başından sonu görülebilecek bir ırmak değil. Orada da bir cazibe merkezi var elbet, yine bir ‘Taş Köprü’, hem şehrin hem nehrin kalbi konumunda. Seyhan ve Yüreğir yakalarını birbirine bağlayan 310 metre uzunluğundaki köprünün, bin yıldan bu yana işlekliğini koruyan en eski köprü olduğu söyleniyor. İşleklik neyse ki tadilattan sonra akıllıca bir kararla yaya trafiğiyle sınırlandırılmış. Eski Adana, Ramazanoğulları döneminden kalma Ulu Cami’siyle, taş konaklarıyla, çarşı pazarıyla bu civarda aranmalıdır. Ve tam da Taş Köprü’ye bakarken beklemediğiniz bazı duygular da çıkagelir ansızın. Nehrin, yüzlerce yıldır adımlanan eski sokaklar gibi kendiliğinden uzayıp gitmesine hayret edersiniz mesela, kimse orayı işaret etmez, kimse bu nimeti hatırlatma gereği duymaz. Köprüden kayıtsızca geçen, nehir kenarında gezinen onlarca insan, “Seyhan, elbette orada olmak zorunda ve bunun için ona minnet duyacak değiliz.” diyecektir sanki… Adana’nın büyüklüğüyle, kozmopolit yapısıyla, Seyhan’ın şehri neredeyse bir baştan öbür başa katediyor oluşuyla ilişkilendirebiliriz belki bu hissiyatı. Nüfusu iki milyonu bulan bir şehirden söz ediyoruz neticede, nehrin bir yakasında sekiz yüz bin, diğer yakasında üç yüz elli bin kişi yaşıyor ve her iki kıyıdaki yürüme parkurlarında günde on bin kişinin yürüyüş yaptığı biliniyor.

Şehrin cazibe merkezinin Taş Köprü civarı olduğunu söylemiştik. Burada, ‘Merkez Park’ denilen oldukça geniş bir sahanın gayet güzel düzenlendiği ve hâliyle Adana’nın mümbit yeşilinin peyzaj çalışmalarını kolaylaştırdığı ortada… Fakat Seyhan, birden fazla ‘cazibe’ alanına sahip oluşuyla da kendisini bir çırpıda kavramak isteyenlerin işini zorlaştırıyor. Hem suyun akışını düzenleyen hem de elektrik üreten barajların nehirde oluşturduğu iki iç göl, suyun sınırlarını hepten muğlâklaştırıyor mesela. Bu göller, su sporları, tekne ve sandal gezintileri için biçilmiş kaftan. Üstelik Eskişehir’de, Avanos’ta çetin kış şartları yüzünden ertelenen tekne sefaları, Seyhan’da hiç kesintiye uğramıyor. Diyebiliriz ki hemen hiçbir şehirde iklim, hem ılımanlığı hem cömert yeşiliyle nehrin bu kadar yanında durmamıştır.

Adana Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz, bu iç gölleri şehrin misafir odalarına benzetiyor. Dört tane asma köprüyle, ahşap oturaklarla, piknik alanlarıyla süslenmiş odalar… Fakat çok süslü olmadığı aşikâr… Nehir boyunca yol alırken belli aralıklarla serpiştirilmiş restoranların ya da çay bahçelerinin azlığından dem vurunca, makul bir açıklama geliyor aynı zamanda mimar olan Aldırmaz’dan: “Nehir kıyısının yapılarla boğulmasını, doğallığından uzaklaşmasını istemiyoruz. Halk, ücret ödemeden piknik yapabilmeli.” Doğallık demişken, nehrin beton setlerle bir iç kanala dönüştürülmemesini de takdire şayan bulduğumuzu belirtelim.

ÜLKÜ ÖZEL AKAGÜNDÜZ

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar PolitiKARS.com tarafından onaylanmamaktadır.