1. HABERLER

  2. Kaim-i Makam Olmak
Kaim-i Makam Olmak

Kaim-i Makam Olmak

Kars Vali Yardımcısı Doğan Demirdaş'ın Türk İdareciler Derneği yayın organı İdarecinin Sesi Dergisi'nin 109. sayısında yayımlanan Kaim-i Makam Olmak isimli yazısı

A+A-
Kars Vali Yardımcısı Doğan Demirdaş'ın Türk İdareciler Derneği yayın organı İdarecinin Sesi Dergisi'nin 109. sayısında yayımlanan 'Kaim-i Makam Olmak' isimli yazısı internet ortamında da ilgiyle okunuyor.
Daha önce Adıyaman Samsat ve Osmaniye Hasanbeyli'de kaymakam, Gaziantep Yavuzeli ve Osmaniye Sumbas'ta ise kaymakam vekili olarak görev yapan Kars Vali yardımcısı Doğan Demirdaş, büyük beğeni toplayan yazısında, Osmanlı Devleti döneminden günümüze 'Kaim-i Makam' yani asıl yetkilinin yerine görevi yürüten kişi olan, geçmişte sultanın, günümüzde de merkezin yani hükümetin temsilcisi görevini yürüten bir kaymakam hakkında kimlerin neler düşündükleriyle ilgili şunları kaleme aldı:
''Ah keşke ben de olsam' diyenler, Kaymakamla kurulacak iyi ilişkinin bir gün kendine ne çeşit bir 'bonus' olarak döneceğini hesaplayanlar, müdürlüğünden aldığı dosyayı, kimi zaman içinden kimi zaman dışından söylenerek atamasını, raporunu, mazeret iznini onaylatmak için kaymakamlık makamına gelirken 'Acaba ben de kaymakam mı olsaydım' ya da 'Ben de dört yıl okudum, Kaymakam da; ne farkımız var, ben neden ondan onay alıyorum' diye (Sözüm ona) mantıklı bir varsayım yürüttüğünü varsayanlar, 'Kardeşim ben altı yıl tıp okudum, peki Kaymakam bey kaç yıl okumuş' diye parmak hesabı yapanlar, 'Şu bizim yeşil kartı ve vakıf dosyasını nasıl yapar da Kaymakam Bey'e söylerim' diyenler, 'Nasıl uygun bir zaman yakalar da izin isterim' diyenler, 'Öf be makam arabasına bak' diyenler, 'Lojmanı da amma güzelmiş!' diyenler, 'Bir eli yağda bir eli balda ' diyenler, 'Adamın kim bilir keyfi ne iyidir, ondan rahatı yoktur' diyenler, 'Şu Kaymakam Bey'deki yetki bende olacaktı ki gösterirdim falan memura filan müdüre, en uzak yerde bulurdu kendini' diyenler, ulaşılması çok zor bir makam' diyenler, 'Kaymakam Bey de zamanla tanıyacak falancayı-filancayı' diye bilmişçesine ve kendisinden başkası bilmiyormuşçasına iç ya da oh geçirenler vs. Ve daha yüzlerce-binlerce insan sayısı kadar düşünceler, iftiralar, şikayetler, önyargılar, kestirip atmalar, bakış açıları, fiskoslar, dedikodular."
"Günümüzde kaymakam nasıl olunur, aşamaları nelerdir ve kaymakamlık sahiden de göründüğü gibi midir" sorularını da ele alan Demirdaş, "Öncelikle hangi üniversite olursa olsun her durumda üniversite mezunu yüz binlerce kişinin yarıştığı KPSS sınavlarından 70'in üzerinde puan almak (Ama çoğu zaman 85 alt sınır olur), Kaymakam adaylığı yazılı sınavını kazanmak ve mülakata çağrılmak, bunun için de alınacak kadronun 4 katını aşmayan bir yerlerde derece yapmak (Örneğin 40 kişi alınacaksa yazılı sınavda ilk 160 kişi arasına girmek), İçişleri Bakanlığı'nın Sayın Encümeni'nin önünde ter dökerek, 25'lik şanslı gruba girmek ancak kaymakam adayı olmayı sağlıyor, kaymakam olmayı değil. Eski adı maiyet memurluğu olan kaymakam adaylığı mesleğe girdikten sonra üç yıl sürüyor, son zamanlarda bu süre uzatılabiliyor da. Bu üç yıllık sürede kaymakam adayı olarak tam bir gezgin ya da göçmen hayatı yaşıyorsunuz. Bir ilde staja başlıyor, o ilin Kaymakam Adayı oluyorsunuz. İlgili vali yardımcısının gözetiminde yürürlükteki kanunları, kurumları, il müdürlüklerini inceliyor ve İlin Sayın Valisine sunmak üzere bir rapor hazırlıyorsunuz. Bu arada da size vatandaş dilekçelerini havale etme gibi bir görev de veriliyor" dedi.
Demirdaş, "Bunca yıllık okumalar, sınavlar, mülakatlar ile dirsek ve topuk çürütmeler sayesinde başkalarının 'bir anda' ve göz açıp kapayıncaya kadarlık sürede' zannettikleri biçimde, masanın vatandaş kısmından devlet baba bölümüne geçilmiştir" diyerek, şu ifadeleri kullandı:
"O ilk havale edilecek evrakların tadına da doyulmaz. Hatta bazen bir odayı paylaştığınız diğer iki kaymakam adayı dönem arkadaşınızla odaya giren bir vatandaşı ve dilekçesini 'önce kim kapacak' diye gizli bir rekabete de girersiniz. Bazen işi daha da abartarak şahsınızı o an Sayın Vali ya da vali yardımcısı zanneder, vatandaşın işi bir an önce görülsün diye il müdürlerine talimat yağdırırken bile bulabilirsiniz kendinizi. Bazen vali yardımcılarından 'gençlere biraz yardımcı olalım' diye düşünen bazı büyüklerinizin sizlere 'tahsis' ettiği 1991 model Kartalvari makam araçlarına üç-dört kişi kurulur ve keyfini çıkarırsınız. Eğer araç sabah polis evine de geliyorsa daha ne olsun? Değilse bunun alternatifi nazınızın geçtiği ve ilişkinizin iyi olduğu bir emniyet amirinden araba ayarlamak ya da uzaktaki dolmuş durağına gıcır takımlarla itina ile yürümek. Sonra, zaman tecrübeli bir meslek büyüğü ağabeyinizin yanında kaymakam refikliği yapmaya geliyor. 1 ay boyunca o kaymakamla yediğiniz-içtiğiniz ayrı gitmiyor ve ondan da ilçe yönetiminin püf noktalarını uygulamalı öğreniyorsunuz. Hele bir de kaymakam ağabeyiniz arada bir size toplantı yönetimi, daire teftişi görevi verirse değmeyin keyfinize. Ayaklarınız yerden kesiliyor ve 'vay be nereden nereye' diye iç geçirdiğinizi görüyorsunuz. Eğer bir de birkaç günlüğüne kaymakam bey fırsattan istifade ve sizin yüzmeyi denizde öğrenmeniz gayesi ile izne-seminere giderse var mı size yan bakan. Merdivenden çıkarken etrafı süzer, önü ilikli olmayana şöyle bir bakar, kıravatı gevşemişi uyarırsınız. Çünkü siz kaymakamsınızdır artık. Tabii ki sadece sizin gözünüzde. Akabinde ve detayında; Bakanlıktan gelen bir haberle bu kısa il ve ilçe programlarının ardından yeniden öğrenciliğe yani Mekteb-i Mülkiye'de yüksek lisans yapmak üzere Ankara'ya dönersiniz. İlginç çelişkiler yaşarsınız eski üniversitenizin koridorlarında yeni aldığınız 'Pierre Cardin' ya da 'Sarar' fiyakalı takım elbisenizle dolaşırken, hem öğrencisinizdir hem değil. Ama en önemlisi artık cebinizde bir maaş bankamatik kartınız ve bir de günümüzün vazgeçilmez hastalığı cep telefonunuz ile kredi kartınız vardır. 'Daha ne olsun' diye düşünmekten ve ünive azılı sınavda ilk 160 kirsitede 'Cafe Mülkiye'de' arkadaşlarınıza bir şeyler ısmarlamaktan zevk alırsınız. Yüksek lisans bir yandan devam ederken bir yandan da temellerini fakültenin ilk yılında gittiğiniz İngilizce hazırlık sınıfında attığınız 'English Course'a Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin hazırlık sınıfı bölüm başkanı ile devam edersiniz, yaklaşık 3 ay ilginç bir deneyim daha yaşarsınız.
Artık zaman, yıllardır beklediğiniz kaymakamlık hayalinizin ilk gerçekleşme yeri olan ilçelere kaymakam vekili olarak gitme zamanıdır. 3.5 ay kaymakam vekilliği yapar, yüzmeyi denizde öğrenmeye çalışırsınız. Türkiye'nin en ücra köşelerinden birinde, emniyet teşkilatı olan ama Türkiye'de ilçe jandarma teşkilatı olmayan tek minicik ilçede 'ya burası da ilçe olur mu' diye hayıflanırken ve o küçücük ilçelerde bile birçok olayın olabileceğini görür, Bakanlıktan gelen diğer bir faksla bilgi ve görgünüzü artırmak, İngilizce'nizi geliştirmek ve devlet yapısını incelemek üzere İngiltere'ye 6.5 aylığına gönderildiğinizi öğrenirsiniz. Geride kızı, kızanı, anayı, babayı, yari, yaranı bırakarak gurbete yollara dökülür, zamanında 'bir gün gideceğim' dediğiniz İngiltere'ye şimdi elinizi bile dokundurmadan, vizeleriniz-pasaportunuz Bakanlıkça hazırlanmış olarak ve ülkenizi temsil etmenin hazzı, haklı gururu ile gidersiniz. İlk defa yurtdışını gören biri olarak ülkenizde her şeyi ama her şeyi çok özlersiniz.
Berberleri, dolmuş şoförlerini, kebapçıları, dönercileri, şalgamı, kestaneyi, ev yemeklerini, insanlığı ve adamlığı. Bu da bize ait bir şey olsa gerek. Az zamanda ne de çok şaşırtıcı olay görürsünüz orada. Bizdeki her gün yenilenen cep telefonlarının aksine tuğla gibi telefonları kullanmaya devam edenler, üniversitede hoca olmasına rağmen ufacık köyünün yerel organında da görev almaktan hiç gocunmayan, aksine huzur duyan mutlu olan insanlar, kraliyet geleneği, demokrasiye beşiklik, Afrika ve uzak diyarların beslediği zenginlik, sanayileşme, soğuk ve korkak insan ilişkileri, metroda başına bir şey gelmesinden korktuğu için her karşısına çıkana 'sorry' diyerek yürüyen tedirgin insanlar, devletimizin verdiği ücreti bazı arkadaşlardan duyunca kendi ücretlerini azımsayan ve bize inanmak istemeyen üniversite okutmanları, birbirinin aynı soğuk tuğla evler, ısıtılıp ısıtılıp önünüze konulan dönerler, Türkiye'den geldiğinizi duyunca sizden bir vebalı gibi kaçan üniversiteli ülkesine-milletine yabancılaşmış Türkler, müzeler, garip kutlamalar, bin bir ülkenin vatandaşları ve her yerde görmeye artık gözünüzün alıştığı Uzakdoğulular ama özellikle Çinliler. İngiltere anılarını hafızanızın ve not defterinizin bir kenarına kaydedip, yurda döndüğünüzde ikinci kez vekil kaymakam olarak bir ilçeyi yönetmek üzere gönderilirsiniz. Küçücük ilçeden İngiltere'ye ve oradan yine küçücük bir başka ilçeye. Varın siz düşünün neler hissedip neler yaşayabileceğinizi. Ama bu hissettiklerinizi siz ve varsa eşinizden başka hiç kimse bilmez, duymaz, görmez. Kısa bir süreliğine 3-5 ay kalmak üzere vekil olarak gittiğiniz ilçe halkı ise sizden, 100 yıldır çözülemeyen yayla ya da kan davalarını bir çırpıda çözüvermenizi isteyiverir. Hiç şaşırmay azılı sınavda ilk 160 kiın, alışmalısınız. Bakanlıktan bir faks daha gelir. Bu kez 6 ay sürecek Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kamu Diplomasisi Kursu ve İçişleri Bakanlığı Kaymakamlık Kursuna davet ediliyorsunuzdur. Bu daveti almanız, geçirdiğiniz 2.5 yılda başarılı olduğunuz anlamına gelir. Yine size bavul toplamak ve yine Ankara yolu görünmüştür. Ankara sizin için hep nefes almak gibi olacaktır, alışık olmadığınız küçük yerlerde yaşamaktan birden Ankara'ya gitmek nefesten de öte, oksijen çadırına girmek gibi olacaktır. Adı geçen kurslarda 6 ay boyunca yüzlerce insanı dinler, yine yüzlerce sayfa konuya aşina olur, onları öğrenirsiniz. Ve mesleğin başında kaymakam adayı olmak için karşılarına çıktığınız Sayın Büyüklerinizden kurulu ve başlarında İçişleri Bakanlığı Sayın Müsteşarı bulunan heyetin karşısına geçer, torbadan 2 soru çeker, cevaplandırır, bir kitap ölçüsünde hazırladığınız Kaymakamlık tezinizi savunur, soruları cevaplar ve başarılı oldu iseniz bu zorlu 3 yılın sonunda asil kaymakam olarak kurada çekeceğiniz Anadolu'nun küçük ama sevimli bir 5. sınıf ilçesine, sizi bekleyen insanların ihtiyaçlarını giderme aşkı ile yola koyulursunuz. Bu yolculuktan önce, sizi Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın TBMM Başkanı, Sayın Başbakan ve Sayın İçişleri Bakanı kabul eder, sizlere tavsiyelerde bulunur ve moral verirler."
ANKARA'DAN DEMİR ALMAK VAKTİ GELDİ
Demirdaş, bunca safhadan sonra asaleten kaymakam olmak ve ardından yaşananları ise şu şekilde dile getirdi:
"Evet artık demir almak vakti gelmiştir Ankara'dan. Her şey ve her kişide olduğu gibi Ankara da öyledir. Orada yaşadığınız zaman değil ancak oradan ayrılınca değeri anlaşılır ve ondan sonra da kendisine kavuşulmaya çalışılır. İşte sonunda asıl ilçenize asil olarak gelmişsinizdir. Yine aynı soru: O kadar kolay mıdır kaim-i makam olmak? Her şeye rağmen çoğu insanın rüyasını süslemeye hala devam eden kaymakamlık gerçekten de bir eli yağda bir eli balda olunan, güzel arabaya binilen ve güzel eşyalı bir evde oturularak rahat edilen bir meslek midir? Ah keşke baştaki o soruları soranlarla bir süreliğine de olsa şapkaları değişme imkanı oluverse. Bir adım atmadan bin kere düşünmeye çalışmayı, bulunduğunuz her yerde makamınızda imiş gibi ağır ve vakur olmanın ne demek olduğunu, her bavul toplayıp gitmenin ve yeni bir yere alışmanın, yeni dostluklar kurmanın, yeniden bir eve ve sizin olmayan eşyalara alışmanın, sizden önce yatılan yataklarda uyumanın, önceden kullanılan tabak-çanakları yine yeniden kullanmanın, miri malı gördüğünüz bir çay kaşığına altın muamelesi yapmanın, her seferinde yeniden Amerika'yı keşfetmenin ne demek olduğunu.
Arabanın sizin olmadığını, iyi arabaya binme talebinizin altında aslında makamınızı temsil amacınız olduğunu, lojmanı giderken cebinizde katlayıp götürmeyeceğinizi, beyninizden çocuklarınız ve iyi eğitim almaları hülyanızın hiç eksilmediğini, eşinizle şöyle el ele tutuşup yürümenin, bir sinemaya dondurma yiyerek gitmenin dahi artık size buralarda lüks geldiğini, bugüne kadar hep büyük şehirlerde yaşayıp bugün burada çok az sosyal aktivite ile yaşamanın ne demek olduğunu. Her yeşil kart ya da vakıf dosyası görüşmay azılı sınavda ilk 160 kiülürken 'Aman bir hata ya da yanlış yapmayalım, herkese eşit-herkese objektif olalım' diye düşünmenin ağırlığını, yerinin değişmesine neden olduğunuz her kişi için onun ailesini, durumunu bin kez ölçüp biçtikten sonra karar verdiğinizi, bulunduğunuz yerde denge unsuru olmanız gerektiğinden her adımdaki özeninizi, gayretlerinizi, sizleri anlamayanları, anlayan ama yanlış ya da eksik anlayanları, ilçede uzun zaman kafa patlattığınız bir yazınızın ilin yoğun gündeminde rutin yazılardan biri gibi kabul edildiğini gördüğünüzdeki ruh halinizi, aslında hiçbir meslek grubuna karşı önyargınızın olmadığını, herkesin üzerine düşeni yapmasını ve elbisesine uygun rolde oynamasını istediğinizi, her adımınızda amirlerinize ve devletinize hesap vereceğinizin bilinciyle hareket ettiğinizi. İlk bakışta ilçeden çabucak uzaklaşması en kolay görünen ama ilçesini en zor ve en az terk edebilen insan olduğunuzu, hafta sonları tüm meslekler içerisinde en tedirgin olan meslek grubu olduğunuzu, bayramlarda, tatillerde kuşlar gibi özgürce kanat çırpmaktan ve arabanın gaz pedalına basmaktan çekindiğinizi ama her şeye rağmen ülkenize olan bağlılığınız ve milletinize olan aşkınızın sizi her gün; yeni bir coşkun nehir, yeniden doğan güneş ve yine de esen rüzgar yaptığını tüm gücünüzle onlara haykırmak istersiniz.
İçimden geldiği gibi madalyonun görünen yüzüne karşılık görünmeyen, bilinmeyen yüzünü yansıtmaya çalıştım. Sözün özü; sizlerin de çok iyi bildiği gibi: 'çocuk oyuncağı Kaim-İ Makam Olmak."

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar PolitiKARS.com tarafından onaylanmamaktadır.
2 Yorum