1. HABERLER

  2. Digorlu Öğrenciler 'ANİ'yi GEZDİLER
Ermenileri Kürtler mi Kesti?

Ermenileri Kürtler mi Kesti?

Ermenilerle iç içe, yan yana yaşayan Kızılbaş Kürtler ise, hem benzer kültürü paylaştıkları için, hem de Kızılbaşlığı Müslüman saymayan Sünni Osmanlı Devleti’nin, gayr-i Türk olmalarından dolayı

A+A-

Sol gelenekten gelen ve “Alevi Kürt yoktur” tezinin sahiplerinden araştırmacı Rıza Zelyut’un “Ermenileri Kürtler kesti” manşetiyle çıkan yazısı (2 Eylül 2007, Akşam, Pazar eki) son yıllarda sıkça gördüğümüz, Ermeni Tehciri’nde işlenen suçları Türklerden gayri birilerinin üzerine yıkma çabasının bir örneğiydi. Zelyut, Sünni Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları’nın işlediği suçları, tüm Sünni Kürtlere hatta tüm Kürtlere yaydıktan sonra özetle “Ermenileri Almanların yönetimindeki Kürtler öldürdü, Osmanlı Devleti ve onun egemen unsuru Türkler masumdur” diyor. Rıza Zelyut’un iddialarını dayandırdığı esas kaynak Kemal Süphandağ’ın Büyük Osmanlı Entrikası Hamidiye Alayları (Komal Yayınları, 2006) adlı kitabı. Kitabın yazarının, Rıza Zelyut’un kendi kaynaklarını tahrif ederek bu sonuca vardığını söylemesi bir yana, Tehcirde Teşkilat-ı Mahsusa çetelerinin, Ordu birliklerinin, kolluk kuvvetlerinin, başıbozukların ve sivil halkın rollere işaret eden sayısız kaynak var. Bunları görmezden gelsek bile, hakikaten büyük suçlar işlemiş olan Hamidiye Alayları, devletten bağımsız bir örgütlenme değildi ki suçu Kürtlerin üzerine yıkıp kurtulabilelim.

Asıl adıyla Hamidiye Hafif Süvari Alayları’nın kurucusu ve isim babası II. Abdülhamit idi. O güne dek devlete büyük sorunlar çıkaran Kürt aşiretlerini silah altına alarak kontrol etme fikri, imparatorluğu kurtarmak için “ümmete dönmek” gerektiğini düşünen Abdülhamit’in aklına, görüşlerine büyük önem verdiği Erzincan’da konuşlanmış 4. Ordu’nun Müşiri Mehmet Zeki Paşa’nın Van, Erzurum ve Bitlis taraflarına yaptığı seyahat dönüşünde düşmüştü. Zeki Paşa, Anadolu’nun her açıdan ihmal edildiğini, buna karşılık hududun öteki yanındaki ‘Moskofların’ Kazak aşiretlerinden oluşturdukları alaylar sayesinde topraklarında nasıl denetim sağladıklarını anlatınca, Abdülhamit’in kafasında biri Rusya ile sınır olan Erzurum-Van arasında, diğeri Mardin-Urfa hattının kuzey kısmında olmak üzere ilk alayların oluşturulması fikri olgunlaşmaya başladı. Hamidiye Alayları, 1891’de 100 kadar Sünni Kürt (Kurmanc) aşiretinden oluşturulan 36 alayla faaliyete geçti. İlk etapta katılımcı aşiretlere silah dağıtıldı, özel üniformalar verildi, vergi muafiyeti getirildi, düzenli askerlik yükümlülüğü kaldırıldı. Alay sayısı 1895’de 57’ye çıktı. Ve Abdülhamit, Sünni Kürtlerce Bavê Kurdan (Kürtlerin Babası) olarak adlandırılmaya başladı.

Rus asıllı Kürdoloji uzmanı M.S. Lazarev, Hamidiye Alayları ile, Kürtleri Rusya karşısında güçlü bir askeri siper yapma, İran'a karşı saldırı aracı durumuna getirme amacı yanında, Kürtleri Türk idari makamlarının sıkı gözetimi altında durmaya alıştırmak ve Hıristiyan ulusal azınlıkların, özellikle de Ermenilerin yükselen özgürlük hareketlerine set çekmenin hedeflendiği söylüyor. (Kürdistan ve Kürt Sorunu, Jîna Nû Yayınları, s.151) Bu yorumu, Rıza Zelyut’un referansı olan Kemal Süphandağ da doğruluyor. Buna bir de Yavuz Sultan Selim’den beri düşman görülen, başta Şii-Alevi kesimler olmak üzere tüm heterodoks akımları ezme amacını eklemek lazım. Nizamnameye göre alaylara Türkmen, Kürt, Arap ve Karapapak (bir Kazak boyu) aşiretlerinin mensuplarının alınması hedeflendiği halde, uygulamada, Sünni Zazalar alınırken, Alevilerin, Yezidilerin (kendi deyişleriyle Ezidiler), Şiilerin ve Dürzilerin kabul edilmemesi bu politikayı doğrular.

Sonuçta, Abdülhamit’in Sünni Kürt aşiret reislerine sağladığı imtiyazlar sonucu gerek Ermenilerle Kürtler arasında -Kemal Süphandağ’ın iddia ettiğinin aksine- eskiden beri var olan gerginlikler çatışmaya döndü. Ermenilerin yaşadığı her şehirde, baskın, talan, öldürme gibi olaylar vakayı adiyeden oldu. 1895-1896 yıllarında Urfa-Sason dolaylarında on binlerce kişinin ölümüyle biten Kürt-Ermeni-Ezidi-Türk çatışmasında Ermeni ve Ezidilere karşı; 1900’lerin başlarında Diyarbakır ve Varto yöresindeki diğer Kürt aşiretlerine karşı ağır suçlara karışan alayların önderleri, Abdülhamit tarafından nişanlarla, rütbelerle taltif edildiler, haklarında suçlamalar olanlar, özenle korundu. (Sason olaylarına, sadece alaylara asker veren aşiretler değil diğer Sünni Kürt aşiretleri ile Alevi Kürt aşiretleri de karışmıştı. Ancak ikinciler sadece yağma ile yetinmişlerdi.)

Abdülhamit tahttan indirildikten (1909) sonra da faaliyetlerine devam eden alaylar Aşiret Hafif Süvari Alayları adıyla Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle özellikle Üçüncü Orduya bağlı oldukları Doğu Cephesi’nde görev alacak şekilde teşkilatlandırıldılar. 1915-16 Ermeni Tehciri’nde, Sünni Kürt aşiretleri aynı coğrafyayı paylaştıkları Ermenileri saf dışı bırakmak için pek çok suça karıştılar ama bu İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni (İTC), devleti ve devletin egemen unsuru Türkleri aklamaz. Hele de, 1925’deki Şeyh Said İsyanı ve 1926-1930 arasındaki Ağrı isyanlarında başarısız olan Hamidiye Alayları’nın mensuplarının, 1950'li yıllara kadar eşleri aracılığıyla devletten maaşlarını almaya devam ettiklerini hatırlayınca… Bilindiği gibi, 1984'te PKK'nın bölgede başlattığı silahlı hareket üzerine, devlet yetkilileri, 1985 Mayısında Hamidiye Alayları’na asker veren Beytüşşebaplı Jirki Aşireti ile temasa geçmiş, aşiret reisi Tahir Adıyaman, bir savcıyı ve yedi askeri öldürmekten dolayı idam istemiyle yargılanırken devletle koruculuk anlaşması yapmıştı. Böylece aşiretine mensup 336 cinayet sanığı da takipten kurtulmuştu. Onu diğer “Hamidiye aşiretleri” izledi. 1924 tarihli Köy Kanunu'nun 74. Maddesine eklenen iki fıkra ile resmileşen koruculuk, ayrılıkçı Kürt örgütü PKK’ya karşı mücadelede en önemli yardımcı güç oldu. Haklarındaki binlerce suç dosyasına rağmen, hala 57 bin maaşlı, 12 bin kadar da gönüllü korucu görev yapmaya devam ediyor. Görevlerden biri de zorunlu göç mağdurlarının köylerine dönmesini zorlaştırmak!

Üstelik bir de Rıza Zelyut’un yok saydığı Alevi Kürtlerin tavrı var. Bilindiği gibi, Ermeni milliyetçiliğinin şekil değiştirmesine neden olan 1908 Devrimi, aynen Ermenilerin olduğu gibi, 16. yüzyıldan beri ağırlıklı olarak Dersim yöresinde yaşayan Alevi Kürtlerin de (Sünni gruplarca “Kızılbaş Kürtler” diye anılırlardı) kimliklerini açıkça ve kolektif biçimde ifade etmelerine ortam sağlamıştı. İTC durumu kontrol altına almak için, selefleri gibi askeri güç kullanmak yerine politik ikna yöntemini seçmiş, Baha Sait Bey gibi temsilcilerini Dersim’e göndermişti. İleride Harput Valisi olacak Sabit Bey gibi bazı Dersimliler bu sayede İTC’ye katıldı. Ancak, 1915-16 Tehciri sırasında, Dersim bölgesinde yaşayan Kürt olsun, Türk olsun tüm Kızılbaşlar’ın Ermenilere karşı ortak bir tavır takındıklarını söylemek mümkün değil. Cemalettin Çelebi Efendi önderliğinde bir “Bektaşi Mücahiddin Alayı” kurma girişimi başarısız olsa da Türkmen olarak bilinen Kızılbaş Türkler, genel olarak İttihat ve Terakki’nin yanında yer aldılar ama Ermeni Tehciri’nde önemli rol oynamadılar. Bunun esas nedeni, Ermenilerle çıkar çatışmasına girecek kadar yakın coğrafyalarda yaşamamalarıydı.

Ermenilerle iç içe, yan yana yaşayan Kızılbaş Kürtler ise, hem benzer kültürü paylaştıkları için, hem de Kızılbaşlığı Müslüman saymayan Sünni Osmanlı Devleti’nin, gayr-i Türk olmalarından dolayı kendilerine Ermenilerinkine benzer bir kader biçilmesinden endişe ettikleri için Ermenilerle dayanışma içinde oldular. 1915’ten itibaren bölgeye sığınan Ermenilerden 20 bin kadarı, Hardişarlı Küçük Ağa, Koçgirili İdare (İdara) İbrahim Ağa ve Alişer, Çarsancaklı Seyit Kasım, Fındık Ağa, Haydaranlı Hıdır Ağa, Gözerekli Seyit, Tağarlı Memıle Ağalar gibi vicdan sahibi Dersimliler sayesinde, Erzincan üzerinden Kafkaslara kaçarak hayatta kalabildiler. (Bunda, para canlısı Karaballı Aşireti’nden Diyap Ağa ve Harput Valisi Sabit gibi aktörlerin de payı vardı). Dahası, 1917 Ekim Devrimi sırasında, Dersim bölgesinde Kürtlerle Ermenilerin yaklaşık üç ay kadar süren bir “sosyalist şûra” oluşturduğu, ama Erzincan bölgesinin Ermeni lideri Murat Paşa’nın katı milliyetçi tutumu yüzünden işbirliğinin sona erdiği de rivayet olunur. Mart 1921’de Ankara’ya karşı başlatılan Koçgiri Ayaklanması da Alevi Kürtlerle Ermenilerin işbirliği yaptığı bir başka olaydır. Devlet, Alevi Kürtlerle Ermeniler arasındaki bu dayanışmanın bedelini, 1937-38 yılında, Dersimlilere (1935’te ilin adı Tunceli yapıldı) reva gördüğü ağır muamele ile ödetmiş görünüyor. Kamuoyunda nedense pek tartışılmayan bu olayın da gün ışığına çıkartılması gerekiyor.

Sonuç olarak tarihsel bir barışma isteyenlerin önce kendi kabahatleri üzerinde durması, sonra diğer aktörleri mercek altına alması daha ahlakidir. Eğer Kürt kesimi kendi tarihine dönerek bir eleştiri yapmak isterse, bu onun bileceği iştir, nitekim bu tür eleştiriler de yapılıyor. Ama Osmanlı Devleti gibi 600 yıllık bir yapıyı etkisiz aktör gibi sunup, bu yapının içindeki ‘millet-i hakime’nin kim olduğunu unutup, “Ermenileri Kürtler kesti” gibi kestirmece yorumlar yapmak bizi barışa götürmez. Tersine, böylesi tutumlar eski düşmanlıkları besler, çözümsüzlüğü sürdürür.

Daha fazla bilgi için: Hans Lucas-Kieser, Iskalanmış Barış, Doğu Vilayetleri’nde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet (1839-1938), İletişim Yayınları, 2005; Mehmet Bayrak, Resmi, Yarı Resmi Kürdoloji Belgeleri, I ve II, Öz-Ge Yayınları, Ankara 1994.
 
Ayşe Hür
diyarbekir.net

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar PolitiKARS.com tarafından onaylanmamaktadır.