1. HABERLER

  2. 'Kars Postası'nda TDP Sohbeti
M. Ali Birand Erivan'ın NABZINI TUTTU

M. Ali Birand Erivan'ın NABZINI TUTTU

Posta yazarı Mehmet Ali Birand, Ermenistan ziyaretindeki izlenimlerini yazdı.

A+A-
Posta yazarı Mehmet Ali Birand, Ermenistan ziyaretindeki izlenimlerini yazdı. Birand'a göre Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokollerde 'ya bir taraf yalan söylüyor ya da bir taraf verdiğ sözü tumadı'. İşte Birand'ın ses getirecek yazısı:
Geçen hafta sonu, Kültür Üniversitesi Küresel Siyasi Eğilimler Merkezi’nin davetiyle Ermenistan’a gittim.

Aramızda gazeteci, akademisyen ve uzmanlar vardı. Amerikan Büyükelçiliği’nin (USAID) sponsorluğunda ve Eurasia Vakfı (EPF) ortaklığında düzenlenen bir konferansa katıldım. Ermenistan’ın en önde gelen uzmanları, sivil toplum örgütleri, muhalefet ve iktidar partisinden temsilcilerin katılımlarıyla iki gün protokolleri konuştuk. Amerikan Büyükelçisi’nin evindeki çok kısıtlı bir akşam yemeğinde, protokollerin hazırlanmasında başından itibaren hazır bulunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Arman Kirakosyan, Meclis Başkan Yardımcısı ve Cumhurbaşkanlığı’nın önde gelen isimleriyle buluştuk. En çarpıcı olanı, Cumhurbaşkanı’nın bize göre Genel Sekreter Yardımcısı diyebileceğimiz Vigen Sargisyan’ın grubumuza brifing vermesiydi. Son derece parlak ve lafını sakınmayan, ne istediğini bilen ve bize Ermenistan’ın geleceğini temsil eden kuşağın temsilcisi izlenimini veren bu genç insan her şeyi kendi açısından açıkça anlattı. Bu konuşmaların önemli bölümü, Chatham House Kuralları’na göre yapıldı. Yani, isim verilerek kimin ne dediği yazılmayacak, ancak görüşler yansıtılacaktı. Bugünden itibaren okuyacağınız dizi size Erivan’daki havayı yansıtacak. Ermenilerin son gelişmeleri neden ve nasıl yorumladıklarını, ilişkilerde nereye gittiğimizi gösterecek.
Tam Anayasa tartışmalarının hareketlendiği ve gündemi kapattığı bugünlerde, Ermeni protokollerine neden öncelik sağladığımı sorabilirsiniz.
Nedeni çok basit.
Bu protokolleri çok önemsiyorum.
Soykırım çıkmazından, her iki ülke için, bundan daha akılcı şekilde kurtulmanın başka bir yolunun olmadığını görüyorum.
Hele 24 Nisan yaklaşır, ABD Kongresi’nin ve Başkan Obama’nın soykırım konusunda ne yapacakları beklenirken, hem kısa hem de uzun vadede Türk- Amerikan ilişkilerini, Türkiye’nin uluslararası toplumdaki imajını tehdit eden soykırım tartışmalarında gelinen bu noktada, kısır iç tartışmalar değil, protokollerin geleceği, bence çok daha hayati bir konu.
Protokollerin imzasıyla sonuçlanan süreç 1999 yılında önce Viyana’da başladı, sonra gizlice Cenevre’de, İsviçrelilerin hakemliğinde devam etti. O günden bu yana tüm Türk ve Ermeni hükümetleri protokollerin tamamlanmasına katkıda bulundular. Ancak Ak Parti hükümeti son adımı attı ve 100 yıldır ilk defa, iki ülkeyi yöneten siyasi otoriteler çok cesur davrandılar, risk aldılar ve ilişkileri, girdiği soykırım yumağından çıkarmak için müthiş bir çözümü içeren protokolü imzaladılar.
SOYKIRIM DONDURULACAK, İLİŞKİLER GELİŞTİRİLECEKTİ...
Soykırım konusu adeta dondurulacak veya rafa kaldırılacaktı. Yani Ermeniler, soykırım konusundaki tutumlarını ve düşünceleri sürdürecekler, Türkler de soykırımı reddetmeye devam edecekti.

İşte formülün güzelliği bu noktada devreye giriyor: Soykırım tartışmaları sürerken, ikili ilişkiler geliştirilecekti. Yani, diplomatik ilişki kurulacak, sınır kapısı açılacak, ticaret geliştirilecek ve ileri aşamada da, soykırım konusunda tarihi incelemeler yapılıp bir çözüm aranacaktı.
Ancak olmadı.
Her şeyden önce Bakü’de kıyamet koptu. Azeriler şimdiye kadar görülmemiş bir tepki gösterdiler. Bu tepki Ankara’da şaşkınlık yarattı. Başbakan Erdoğan, apar topar Bakü’ye gitti ve orada, Aliyev’in tehdit dolu bakışları arasında, protokollerin Meclis’te onaylanmasını, Karabağ konusunda ilerlemeye bağlayınca, yani Ermeni ordusunun işgal altındaki 7 bölgeden hiç değilse 1-2’sinden çekilmesi gerektiğini açıklayınca süreç durdu. Yani Türkiye, protokollerin hayata geçmesini, Ermeni-Azeri ilişkilerindeki olumlu gelişmeye bağladı. Bir açıdan, Azerbaycan’a, Türk-Ermeni ilişkilerini vetolama hakkı tanıdı.
Bu gelişme, Ermenistan’ı ayaklandırdı. Ermenilere göre, Karabağ koşulu diye bir şey yoktu. Türkiye, oyun başlarken kuralları değiştiriyor ve Azerbaycan’ın yanına geçiyor, imzasını inkar ediyordu. Bu durum, Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ı hiddetlendirdi. Zira Cumhurbaşkanı, siyasi hayatını riske atmış ve Ermeniler için hayati önemdeki soykırım konusunda, eskilere oranla esnek sayılan bir yaklaşımı (Türkiye’nin istediği gibi, Tarihçiler Komisyonu kurulması) kabul etmişti. Protokollerin imzasıyla birlikte hain ilan edilmişti. Şimdi işin içine, baş düşman saydıkları Azerilerin sokulması anlaşmanın bozulmasıydı.
Türk tarafı ise, ısrarla Karabağ’ın belgelere yazılmasa dahi, tüm konuşmalarda tartışıldığını ve zımnen Ermeniler tarafından bilindiğini ileri sürdüler.
Anlayacağınız ya birileri bizlere yalan söylüyor veya birileri oyunu bozdu. Peki kim? İşte bunu bulmak için, önce Türk Dışişleri’ni yönetenlerle konuştum, ardından Erivan’a geldim, son olarak Azerilerle konuşacağım. Oyunu bozanı bulmaya çalışacağım.
‘Türkiye bizi aldattı, protokoller iptal edilmeli...’
Erivan’a indiğimiz andan itibaren 3 milyonluk ülkede sorulan soruları şöyle özetleyebilirim:
- Protokolleri ne zaman onaylayacaksınız?
- Neden sözünüzde durmadınız, bizi neden aldattınız?
İstediğiniz kadar anlatmaya çalışın, inandırmanıza imkan yok. Dışarıdan bakılınca, gerçekten Türkiye’nin geri adım attığı, imzasının ardından oyun oynadığı izlenimi doğuyor. Ermeni hükümeti, protokolleri Meclisine yolladı ve “Türkiye bizi aldattı. Önce siz onaylayın, sonra biz onaylarız” dedi.
Şimdilerde ise, tereddüt içindeler. Bu beklemenin çok uzun süremeyeceğini söylüyorlar. Hele Erdoğan’ın 100 bin kaçak Ermeni işçiyi sınır dışı etme olasılığından söz etmesi burada bomba gibi patlamış. Soykırım ve sürgün anılarını canlandırmış.
“Başbakanınızın tutumu çok net. Karabağ konusunda kesin kararlı. Hele şimdi bir de bu referandum ve ardından genel seçimler beklenecek gibi görünüyor” uyarısını yapan, üst düzey Ermeni yetkili çok açıkça “Bu kadar bekleyemeyiz. Siyasi açıdan bunu kaldıramayız. Ayrıca bu bekleme, Azerilerin Karabağ müzakerelerinde de tutumlarını katılaştırıyor” diye devam etti.
Obama müdahale etti, Sarkisyan Washington’da pazarlık edecek

Peki, bundan sonra ne olacak?

Erivan, Türkiye’den yazılı bir açıklama bekliyor.

Protokolleri hiçbir ön koşul olmadan uygulayacak mı, yoksa Karabağ bağında ısrar edecek mi?
Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Washington’un daveti üzerine nisan ortasında Başkan Obama ile görüşecek. Erdoğan’ın Başkan Obama’yı protesto etmek için gitmekten vazgeçtiği Nükleer Doruk’a katılacak. Bu görüşme, hem protokollerin geleceğini, hem de Obama’nın 24 Nisan günü yapacağı açıklamayı etkileyecek.
“İşte bu görüşmeden sonra ne yapacağımıza karar vereceğiz. Protokolleri çok uzun süre Meclis’te bekletemeyiz. Ya Türkiye yeni bir adım (Meclis’te onay veya açıklama) atacak veya biz protokollerin iptal edilmesi istemiyle geri göndereceğiz” diyen Ermeni Meclisi yetkilisinin ardından, Cumhurbaşkanlığı’nın üst düzey bir başka yetkilisi şu ilginç öneriyi yaptı:
“Türkiye, iç nedenler gösterip bu protokollerin bir süre için askıya alındığını açıklasın, biz de buna uyarız. İptal etmez ve rafa kaldırmakla yetiniriz. Türkiye ne zaman hazır olursa, yeniden harekete geçeriz.”
Anlayacağınız, durum epey kritik.
Yarın da size, Türkiye’nin burada değişen imajını ve Başbakan’ın son çıkışlarının nasıl değerlendirildiğini anlatacağım. Erdoğan için “Ne onunla, ne de onsuz oluyor” deniyor.

ERMENİLER, TÜRKİYE'Yİ ALKIŞÇILARA ŞİKAYET EDECEK
Ermenistan halkı sabah sözde soykırım ile kalkıyor, gün içinde Türkiye’yi konuşuyor, akşamları da haberlerde Erdoğan’ı izleyerek gününü tamamlıyor. Abartıyorum tabii, ancak eskiden Yunanistan’da yaşadıklarımın aynını şimdi Ermenistan’da gördüm.
Sözde soykırım daha önceki gelişlerimde de konuşulurdu, ancak bu kadar değildi. Sovyetler döneminde soykırım için mücadele yasaktı. Tartışılır, ancak Türkiye ile kavgaya götürülmezdi. 1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Ermenistan’ın bağımsız olmasıyla birlikte, bu tutku giderek arttı. En son geldiğim 2000 yılından bu yana ise, kontrolden çıkmış durumda.
Bugünkü tutkuyu, en iyi Erivan Üniversitesi’nden Dr. Hovanisyan anlattı: “...Bizim için soykırım bir tarihin başlangıcı, cennetten atılmamız, her şeye sıfırdan başladığımız bir yaşamın kilometre taşıdır. Kolektif hafızamızdır. Türkiye soykırımı kabul etmedikçe hiçbir ilişki rayına oturmaz... Kabul edin kurtulun, bunun başka bir çıkış yolu yoktur. Karşılıklı oyun oynamaktan da kurtulmuş oluruz.”
SOYKIRIM ARTIK BİR TUTKU.
Soykırımı reddetmek, Ermeni varlığını reddetmek, “Ateş el yakmaz” demek kadar gerçek dışı bir şey gibi görülür olmuş. Tartışma dahi kabul edilmeyen bir noktaya gelinmiş.
İşte böyle bir ortamda imzalanan protokollerin, burada ne kadar heyecan yarattığını, ne kadar büyük bir siyasi tartışma başlattığını tahmin edersiniz. Bizde bu konu, muhalefet-iktidar kavgası çerçevesinde kaldı. Tartışmanın sınırları genişlemedi. Burada ise, adeta bir dinamitin patlatılması gibi etki yapmış.
SARKİSYAN GÜÇ DURUMDA, ERDOĞAN İSE SORGULANIYOR
Cumhurbaşkanı Sarkisyan, siyasi açıdan bu protokollere yeşil ışık yakarak büyük risk almış. Zira bazıları, soykırım konusunda tarihi bir hata yaptığını ileri sürüyor.
“...Soykırım konusunu Tarihçiler Komisyonu’na yollamak ne demektir, biliyor musunuz? Dünyaya kabul ettirdiğimiz bir konuyu tekrar tartışmaya açmak, doğru olup olmadığı konusunda kuşkular yaratmak demektir ki, 100 yıllık bir çalışmanın yok olması anlamına da gelebilir” diyen Ermeni uzmanlar şöyle devam ediyorlar:
“...Tarihçiler ortak bir karara varamazlar. Biri, soykırım oldu diyecek. Diğeri, olmadı diyecek. Dolayısıyla soykırım ortada kalacak. Türkiye’ye kabul ettirme, parlamentolara onaylatma imkanımız yok olacak...”
Hovanisyan, Türkiye, Lahey Adalet Divanı’na birlikte başvuruda bulunmak istese, Ermenistan’ın yanıtının ne olacağı sorulunca verdiği yanıtta çok açıklayıcıydı:
“...Ben neden Adalet Divanı’na gideyim ki?.. Ben bir şey istemiyorum ki. Orada neyi ispat edeceğim ki?.. Soykırım gerçektir, bunu neden tartıştırayım ki?..”
İşte bir kesim Ermeni’nin ve diasporanın bir bölümünün kuşkusu bu ve çok ciddi bir kuşku. Sarkisyan bu nedenle kıskaç altında.
Protokoller onaylanmazsa, farklı açıdan Türkiye’nin kaybı da bu olacak. Yani, soykırım iddialarının dondurulması veya rafa kaldırılma fırsatı kaçırılacak. Erdoğan, burada çok ilginç bir gözle görülüyor.
Bir yandan, attığı cesur adımlar övülüyor. Başlattığı açılımlar tartışılıyor ve başka kimselerin yapamayacaklarını yapan bir lider olarak alkışlanıyor. Eğer bir gün çözüm olacaksa, bunu da sadece Erdoğan’ın yapabileceğine inanılıyor. Özellikle, Türkiye’deki Ermeni cemaati ilk defa bir Türk Başbakanı olarak, Erdoğan’a adeta övgü yağdırıyor.
Öte yandan ise, Azerilerden yana tutum alıp sözünde durmayan, kaçak Ermeni işçilerin sınır dışı edilebileceğini söyleyerek eski sürgün anılarını yeniden canlandıran lider olarak nitelenip eleştiriliyor. Hatta, belli ki bir jest yapmak veya özür dilemek gibilerinden, İstanbul’da Ermeni cemaati liderleriyle görüşmesi, aynı anda Van’ın Akdamar adasındaki Ermeni kilisesinin yılda bir defa ibadete açılması dahi insanları pek tatmin etmedi. “Ne demek yani, yılda bir ibadete açmak. İane verir gibi bir şey. Yapılacaksa tümüyle açılsın...” diyenlere rastladım.
Bir akademisyenin Erdoğan konusundaki deyişiyle “Ne onunla oluyor, ne de onsuz...”
‘Uzun zaman bekleme imkanımız yok...’
Ermeniler genel bir diplomatik taarruza geçmek üzereler.

“...Protokollere imza atılırken, iki dışişleri bakanımızın arkasında durup alkışlayanlar var ya, işte onların kapılarını çalıp, hadi harekete geçin ve Türkiye’nin attığı imzaya uymasını sağlayın, diyeceğiz...” diyen üst düzey bir yetkili, ilk adımın nisan ortası Washington’da, Başkan Obama ile atılacağını, ardından diğerlerine gidileceğini söylerken, aylarca beklenemeyeceğinin altını çizdi ve şöyle devam etti: “...Bekledikçe, Azeriler Karabağ konusunda sertleşiyorlar. Türkiye’ye sırtlarını dayadıklarından dolayı, müzakereler de giderek zorlaşıyor...”
Peki, bu protokollerin onayı durumunda sınır açılınca gerçekten ne olacağı biliniyor mu? Ermeniler zenginleşecekler mi? Ne olacak?
Bunu da yarın anlatacağım...
KARABAĞ OLAYI NEDİR?
Yukarı Karabağ sorunu ile bizim Kıbrıs sorunu arasında ilginç benzerlikler vardır. Karabağ, Sovyetler Birliği döneminde Stalin tarafından, Azerbaycan toprakları içinde özerk bölge ilan edilmişti. Ermenilerin yaşadığı bu bölge hep sorun yaratmıştır. Azeriler, bu toprakların kendilerine ait olduğunu ileri sürmüşler, Ermeniler ise kendilerine ait görmüşlerdir. Olaylar sonradan şöyle gelişti:
 * 1988’de Haydar Aliyev, Karabağ’ın özerk statüsünü iptal etti ve toprakları Azerbaycan’a bağladı.
* 1988’de bu kararın ardından, Azerbaycan Sumgait’deki Ermenileri evlerinden sürdü.
* 1991’de Yukarı Karabağ bağımsızlığını ilan etti.
* 1993’te Ermenistan hem Karabağ’ı, hem de Azerbaycan’ın yüzde 20’si kadar toprağını işgal etti.
* Erivan şimdi, Karabağ’ın self determinasyonuna (kendi kaderini tayin etme hakkı) izin verilmesi karşılığında, diğer 7 bölgeden asker çekebileceğini söylüyor. Azerbaycan ise reddediyor.
ERMENİLER, BİZE MUHTAÇ OLACAK KADAR FAKİR DEĞİL...
Uzun zamandır yaygın bir şehir efsanesi vardır. Buna göre de, Ermenistan öylesine fakir, öylesine fakir ki, halkı bir an önce Türkiye ile sınırın açılmasını istiyor. Bu şekilde ya çalışmak için kolaylıkla Türkiye’ye gidebilecekler veya ticaretin artmasıyla birlikte hayatın kalitesi de yükselecek. Bu efsane 1990’lı yıllar için belki bir oranda doğruydu.
90’larda Erivan’a birkaç defa geldim ve gerçekten de son derece fakir bir Ermenistan ile karşılaştım. Kalınacak tek yer Erivan Hotel’di ve koridorlarında farelerin gezindiğini gözlerimle görmüşümdür. Sokaklar berbat, binalar felaket ve hayat kalitesi çok kötüydü.
1992’deki bağımsızlıkla birlikte yavaş yavaş değişim başladı ve bugün, uzun bir aradan sonra geldiğim Erivan’daki gelişmeyi hayretle izledim. Dökülen Erivan Hotel’in yerini lüks Mariott almış ve kentteki küçüklü büyüklü otel sayısı 10’u bulmuş.
Caddeler yeniden yapılmış. Eskisi gibi, parke taşları fırlamış, tramvay raylarının lastikleri kestiği felaket durum kalmamış. Yollar tertemiz ve yepyeni. Alışveriş caddelerinin ışıl ışıl hali ve yabancı markaların dizildiği sokaklar, halkın alım gücünü gösterebiliyor.
Hele restoran, kumarhane ve gece eğlence yeri çokluğu beni şaşırttı. Eskiden sinema sayısının 2-3’ü geçmediği, 1,5 milyonluk başkentte bugün gece hayatı rengarenk.
Yanlış anlama olmasın. Bütün bu yazdıklarıma bakıp, Ermenistan’ın zenginleştiğini ve insanların bir eli balda, bir eli yağda yaşadığını da sanmamak gerekir. Benim söylemek istediğim, fakirlik yok. Ermenistan’ın genel durumunu anlatmak için “orta halli bir yaşam” demek daha doğru olur. Dikkatinizi çekmek istediğim ve benim de burada sık sık duyduğum, Ermenilerin sınırın açılmasını sağlamak için her şeyi vermeye hazır olmadıkları, sınırların kapalı kaldığı son 17 yıl nasıl yaşadılarsa yine aynı şekilde yaşayabilecekleri.
Buna karşılık, sınır açılırsa Ermenistan adeta bir ambargodan kurtulacak ve hayat daha kolaylaşacak. Hemen ertesi gün zenginleşme olmayacak, ancak ülke birçok yönden rahatlayacak. Eğer anlaşma olmaz ve sınırlar açılmazsa, Ermenistan fakirlikten de kıvranmayacak.
Unutmayalım ki, sınırın açılması ve bir nevi ambargonun kalkması, Ermenistan’a Azerilerle müzakerelerinde siyasi ve moral açısından bir üstünlük sağlayacak. Türkiye’nin, Azerbaycan kadar olmasa dahi, Ermenistan’ı da gözetmeye başladığı izlenimi yaratacak ki, bu da hiç görmezden gelinmeyecek bir unsur. Bundan dolayı, sınır tartışmaları hem heyecan yaratıyor, hem de “dünyanın sonu değil” yaklaşımıyla karşılanıyor.

SINIRIN AÇILMASI, TÜRKİYE’NİN DE ÇOK İŞİNE YARAYACAK...
Aslında, sınırın açılmasıyla Ermenistan ekonomisine katkı oranı hakkında kimsenin kesin bir fikri yok. Yapılan bazı araştırmalar da katkının, yapılacak yatırım ve açılacak trafiğe göre, orta ile yüksek derecede olacağını gösteriyor. Ancak unutmamak gerekir ki, bu olasılıkta sadece Ermeniler değil, Türkiye de kazanacak.
* Ermenistan, Türkiye üzerinden Ortadoğu ve Avrupa pazarlarına açılabilecek. Buralara hem ihracatı arttırabilecek, hem de bugüne oranla çok ucuz ithalat yapabilecek.
* Kapıların açılmasıyla birlikte Avrupa’dan, Türkiye’deki Ermeni cemaatinden ve Amerika’dan gelecek turist artacak.
 * Ermenistan, Türkiye’ye elektrik satabilecek.
* Türkiye’nin Karadeniz ve Akdeniz limanlarından da yararlanabilecek ve ticaretini yaygınlaştırabilecek.
* Ermenistan enerji hatlarının da üstünden geçtiği bir ülke konumuna girecek.
* Türkiye de, sınırın açılmasıyla önemli yararlar sağlayacak. Van-Kars bölgesinde ticaret canlanacak, turizm patlama yaşayacak. Türk ürünleri Ermeni pazarına, yol kısalacağından dolayı (şimdi İran veya Gürcistan üstünden gidilmekte ve ihracat çok pahalıya mal olmaktadır) daha ucuz girecek.
* Daha da önemlisi, Türkiye, Orta Asya pazarlarına daha kolaylıkla ve ucuza ulaşacaktır. Bugün yol uzamaktadır.
SOYKIRIMSIZ HAYATI VEYA SONRASINI KİMSE DÜŞÜNMÜYOR
Ermeniler sözde soykırımın Türkiye tarafından kabul edilmesine kendilerini öylesine kaptırmışlar, her şeyi öylesine bu konuya bağlamışlar ve bir hayat tarzına dönüştürmüşler ki, sanki bir gün Türkiye bunu kabul etse dünya duracakmış sanırsınız.
Öğrencilerle konuşurken sordum: “Türkiye soykırım oldu, dese ne yapacaksınız? Ardından toprak istekleri mi gelecek, yoksa tazminat mı?”
Şaşırdılar. Ne diyeceklerini bilemediler.
Soykırım öylesine hayatlarına girmiş ki, soykırımın tartışılmadığı bir dünya düşünemiyorlar. Aynı soruyu, akademisyenlere ve resmi yetkililere sorduğumda da, soykırım sonrasının hemen hemen hiç düşünülmediğini anladım.
İlginçtir, “başka ülkelere kabul ettirilebilir de, Türklere kabul ettirmek imkansız” inancı var. Zorlayınca iki unsur ortaya çıkıyor. Biri, soykırım iddialarının arkasından, toprak talepleri değil de, evini arsasını kaybetmiş ve halen elinde tapusu bulunan varisçilerin tazminat davaları açabilecekleri anlatılıyor. Ancak o konu da henüz çok uzaklarda görülüyor.
Diğer bir nokta, protokoller Meclislerden geçip onaylansa dahi, soykırım konusunda kurulması düşünülen Tarihçiler Komisyonu’nun hayata geçirilmesinin, imkansız denecek kadar derin bir direnmeyle karşılaşacağıdır.
Hiç kolay olmayacak.
Ermeni toplumunun, dünyaya kabul ettirdiğinden emin olduğu soykırımın, birbirinden farklı düşünen tarihçiler tarafından didiklenmesine, üzerine kuşku düşürülmesine göz yumması çok çok zor. 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar PolitiKARS.com tarafından onaylanmamaktadır.